Çarşamba, Kasım 23, 2005

Manah Manah...


Muppet Show sever misiniz?
http://beor.org/mahnamahna/mahnamahna.wmv

Salı, Kasım 22, 2005

Tikanmis Yazi

Calismanin tam ortasi, dert anlatmak lazim kagit uzerinde. Ilk akla gelen dusuncelerin heyecani bilmemkacinci denemenin uzerine yok olmus, geriye sadece daha iyi bilinen ama daha az heveslenilen salak sacma seyler kalmis. Anlatsam ne olacak ki diye dusunmemeye calisip zarla zorla calisiyoruz. Kumda el arabasi surmek gibi, itmeyince takilip kaliyor, itince kuma saplaniyor. Bir azim, bir gayret, belki bir sonraki minik kum cukuruna kadar gidebiliyorsun. Sonra yine ayni seyler. Kahve, kola, cay, kahve, atistirmalik bir seyler, klavyenin icinde kirintilar, ekranda surekli degisen pencereler. Kucultulmus programlar arasinda bir Emax editoru ve LaTeX calistirdigin minik bir pencere siranin kendilerine gelmesini bekler. Yesil Erik kahve alalim dedi ya, ona bile gitmeye icim rahat etmedi. Telefon da bekliyorum bir yandan. Bir isik olsa da parlasa tunelin ucundan, tren mi cikis mi, fark etmez. Uykumu alsaydim daha mi iyi olurdu? Cok farkeder miydi? Pek sanmam ya, bahane lazim tabii. Yazmam lazim, sIkIlmadan, soylenmeden... Bi sey diyceeem, diyemiyom, ne diyceeemi bilemiyom.

Pazartesi, Kasım 21, 2005

Girtlak, Yemek, Istah...

Yine bozduk kafayi yemekle. Sonumuz hic hayir degil. YesilErik ve ben bu hafta 5 kisiyi agirlayacagiz evde, malum sukran gunu aktivitesi. Bu geriplikler ulkesinde isinabildigimiz tek kutlama, cunku ana temasi yemek. Neyse, uzun bir haftasonu nedeniyle bu kadar yemek yemek ve yemek yapmak ne derece akil kari, tartisirim. Sonucta olan yemek yapacagimiz ve yiyecek olacagimiz.

Milleti cagirmak kolay: Bir telefon, bir e-mail, geliveriyorlar. Ancak isin lojistik yonunu dusunmeden hareket etmemek lazim. Ornegin, evde yeterince yatak var mi? (Var) Ya yorgan? (Yok, gelirken getirsinler) Yiyecek? Yiyecek kismi apayri bir olay. Haftasonundan yapilacak butun yemeklerin planlanip alisverislerinin yapilmasi lazim. Yoksa millet birbirini yiyecek. Bi kere hindi kesin lazim. 5-6 kiloluk bir aslan parcasi kicina portakal, sogan ve yesil baharat sokularak uzun uzun pisirilecek. Suyuna pilav yapilacak, hem de baldo pirincle, kestaneli, bademli, daha onemlisi kusuzumlu. Kabiz olmayi onlemek icin biraz sebze yapmali, kuskonmaz hem hafif hem de kolay yapiliyor. Belki o ise yarar. Olmazsa kuru kayisi var, aninda cozuveriyor duvarlari taslari. Efendime soyliiiim, Malum-u aliniz, tatli yapmak lazim. Tatli durur nasil olsa diye dunden yapiverdik. Uzerine de cekilmis ceviz... Super de oldu aslinda. (Merak edenler icin, butternut squash kullandik.) Sanmiyorum ki Persembeye kalsin. Neyse ki yapmasi kolay, hemen yine yapilir.

Corba... Corba lazim. Corbasiz turk yemegi olmaz. Kaderin igrenc aglarini ordugu bir gun uydurdugumuz "kurtarilmis kabak corbasi" menumuzun acilisini yapacak. Aksamleyin o da yapildi. Onceki seferden farkli olarak bu sefer "spagetti kabagi" cok fazla pismemis. Ince ince kiyilip domates tabanina eklenince ilginc bir karisim oldu. Kremali gibi degil, biraz daha ince puturlu. Bilmem yiyen var mi daha once, ama "pihpih corbasi"na cok benzedi. Pihpih ne mi? Koftelik bulgurdan daha da ince cekilmis bir bulgur cesidi. Neyse, o kadar incesini bulamayacagimiza gore yapilmayacak demektir.

Yapilan yemeklerin yarisi bitti bile. Yeniden baslayacagiz pisirmeye. Bir de is guc var tabii. Ustelik ofisinde biraksan birakilmaz. En azindan dusuncesi takip ediyor. Biraz daha mi yemek yapsak ne...

Perşembe, Kasım 17, 2005

Sacmalik ve Muz Kabugu

Sabah 10'dan aksamustu 3:30'a kadar ayni odanin ici... Lo$, perdede ilk 10 dakikadan sonra anlam veremedigim abuk bir sunum. Arkamdaki masada koca bir termos dolusu kahve. Oglen yemeginde uyduruk bir sandovic ve bir yandan sunumlara devam. 6 bardak kahve, 3 ihtiyac molasi (hem de kosa kosa), dise dokunmayan sonuclar. Yorgunluk yorgunluk yorgunluk... Ustune de Yesil Erik'in testi ilac gibi geldi netekim. Biri beni su cukurdan cikartsin...

Pazartesi, Kasım 14, 2005

Garantili Lahmacun ve Ideal Gaz Yasasi

Bakalim ne yazmislar... Hmmm, bunu yazan Turkce'de noktalama isareti kullanildigini bilmiyor herhalde. Ulan bi de kalkip yabanci dil ogreniyo bu adamlar. Her seyimiz karambole ya, bu da boyle iste. Ozensizlik diz boyu. Babam olacakti ki bu tarife okkali bir kufur sallayacakti. Tuttugu kalemden baslayip sulalesinin kosesine kadar... O kadar kizar Turkce'yi kotu kullanana.

Aslina bakarsan Allah'in lahmacun tarifi. Ha oyle yazilmis, ha boyle. Ama olmaz ki, insan satirlarin arasinda kayboluyor. Koyduk mu yogurdu? Koyduk, tamam. Ulan, bir bardak unu ayir diyor, sonra nereye sokuyor ki? Haydi ben baslayacam sovmeye simdi. Yesil Erik, kos un serp su balciga. Peh, rezil olduk vallahi. Naturel Kebap'tan ismarlayacaktik simdi, yarim saate elimizde olacakti. Yemek Sepeti'nin yurtdisi servisleri bir baslasa da rahat etsek. Bes dakikada mideye indirecez, kirk saat bununla ugrasilmaz ki... Amerikasinin da isinin de...

Ohhh, tam kebapci lahmacunu oldu. Biraz daha limon... Biraz yesillik, bolca sumak...

Neyse, yeter bu kadar girizgah. Tarif ektedir. Afiyet ola.

(1 su bardagi yaklasik 1 cup'a denk gelmekte)

HAMUR:
1/2 kg un
1.5 cup yogurt
1/3 cup sivi yag (eritilmis tereyagi da olur)
1 kucuk paket kuru maya (Fleischman marka)
2 tatli kasigi tuz
1 tatli kasigi seker
1/4 cup ilik su

Kucuk bir kapta ilik suda sekeri cozup mayayi ekleyin. Yaklasik 10 dakika icinde mayanin kabarmasi lazim. Kabarmazsa maya sizlere omur demektir, taze bir paketle deneyin.

Mayali sekerli suyu, yagi, tuzu, yogurdu ve unu karistirip usanmadan yogurun. Burasi "bilimden cok sanat." Su gicik oldugum "kulak memesi kivami"ndan biraz daha yumusakca bir hale gelmesi gerekiyor. Benim olcum ele yapismamasi. O hale gelinceye kadar azar azar un eklemeye devam edebilirsiniz. En az 10 dakika yogurun.

Ilik ortamda en az 1 saat daha kabarmasini bekleyin. Ben hamuru metal bir kaba koyup 200F'ye isitilip sondurulmus firinda bekletirim genelde. Ustu hafif kurusa da evde soba arkasi olmadigindan idare ediyoruz iste.

IC:
1/2 kg kiyma
2 orta boy sogan (minik kupler halinde dogranmis)
1 okkali demet maydonoz (cimrilik etmeyin, hepsini koyun)
3 orta boy domates (minik kup seklinde kesilmis)
5-6 sivri biber, olmazsa 1 buyuk yesil dolmalik biber (ince dogranmis)
3 dis ezilmis sarmisak
1 corba kasigi aci biber salcasi (tepeleme dolu)
1 corba kasigi domates salcasi (o da dolu)
2 tatli kasigi taze cekilmis karabiber (Yesil Erik hep durdurur beni, biraz daha bile konulabilir bence)
1 tatli kasigi pul biber (aci sevenlere)
1 tatli kasigi yenibahar (kesinlikle atlamayin bunu)
2 tatli kasigi tuz
Yarim cup su (inanilmaz ama gercek)

Ic malzemesini ozenle karistiriniz.

Velhasil-i kelam, sisen hamuru 8'e bolup acabileceginiz en ince sekilde acin. Seklinden sorumlu degilim, benimkilerin agzi burnu hep ayri tarafa gider.

Malzemeden calmadan acilan hamurun uzerine ici yayip bastirin biraz. 375F'ye isitilmis firinda 10-15 dakika pisirin. Lahmacunun alti kizarmis olacak, ustundeki etler de cig kalmaz bu arada.

Icine konulacak malzemeyi saymiyorum, fazla ukalalik olur. Herkesin damak lezzeti ayri. Sonunda hepimiz les gibi sogan kokacagiz nasil olsa.

Bizim gibi her gun ayni seyi yapamayacak olanlara oneri: Miktari bol tutup yaptiginiz lahmacunlari yapisan naylon folyolara (marka vermeyeyim simdi) teker teker koyun, sonra da bir tabaga yerlestirip dondurun. Donduktan sonra tabagi alabilirsiniz, donan lahmacuna bir sey olmaz. Sonra cozmeden firina atip (tabii once naylonu cikartin, sonra tadinda bir kekremsilik oluyor ;) bir guzel pisirin. Pismesi biraz daha uzun surese de kimin umurunda...

Peki, bir soru size: Dalmadan hemen once 4 lahmacunu mideye indirdiniz. 30 metre derinlikte barsaklarinizda afedersiniz feci sekilde (hacmen yaklasik 1/2 litre) gaz oldu. Sonra dediniz ki "Cok gaz oldu, hemen cikalim artik yuzeye." Bastiniz ciktiniz... Basiniza gelecek olan nedir? Acik oturumu baslatiyorum.

EK NOT: Bu tarifi Fethiye de denemis, hem de mangaldan bir tasfirin yaratarak... Ben de onun tanimladigi gibi mangalda yaptim. Enfes oluyor. Firsatiniz olursa mutlaka Fethiye'nin yontemiyle deneyin.

Perşembe, Kasım 10, 2005

Pazar Yolculugu

Amma da cabuk isindi hava. Daha saat 9 bile olmadi halbuki. Tam cehennem azabi bir yolculuk. Ne isim var anlamadim ki bugun yollarda. Butun gunu Yesil Erik'le gecirme planimiz vardi sozde. Sanki iki sokak asagiya gidiyoruz. Zaten babaannenin orada olmasi basli basina ters bir sey. Anneannem de kaynanasiyla o kadar uzun sure kalmayi nasil karsilamistir bilinmez. Gorumceleri ve gorumcelerinin cocuklari gibi simartmaz onu; o da cok keyifli degildir eminim. Hem sulalenin geri kalani gibi bir batimda 12 cocuk doguran bir gelini de degil anneannem. Dolayisiyla buyuk babaannenin torunlari ve torunlarinin cocuklari az bizim ailede, torunlarinin torunlari ise hep dedemin kardeslerinde. Bizim evlerde onu oyalayacak kimse de yok o yuzden.

Bir de su araba kanirtmasa beni... Allahin kamyonlari bile solluyor valla. 1.1 litre harbi cekmiyor arabayi yokus yukari. Su tepeyi bir assak...

Ne isim var bugun yolda? "Bu Pazar gidip almak lazim, bu hafta Munire'nin torunu evleniyormus." Munire de kim yahu? "Husniye Halamin kizi... Torununu hatirlarsin belki, Sema." Bi dakka, buyuk babaannenin torununun torunu mu Sema? Ya bu kiz benden nereden baksan 7-8 yas kucuk; ben ilkokuldayken bebekti daha. Eh, buyuk babaanne biraz daha sIkarsa disini, uc vakte torununun torununun cocugunu da gorecek desene. Bu hizla cocuk yapmaya devam ederlerse butun sehir akrabamiz cikacak sonunda.

Pogacalar midemi yakti gene. Almamam lazim o adi yerden. Yoldan da alabilirdim, hem dinlenmis de olurdum. Ileride polisler sotaya yatiyor hep, biraz yavaslasam... Nereye yavaslayacam ki, zaten 90'la gidiyo adi alet. Bir de bu sicak. Kasetcalara CD'yi bagladigim iyi oldu tabii. En azindan muzik keyfim yerinde.

Ama bu aksamustu hic de yerinde olmayacak suphesiz. Ayni arabada anneanne, dede ve buyuk babaanne. Bir yandan da suclu hissediyorum kendimi. Kadincagiz bana hep cok iyi davrandi bugune kadar, gozleri daha iyi gorurken corap orerdi bana. Okullar kar tatiline girip de ogleden sonra hava acinca uzulurdum. O da "kar topluyor" diye avuturdu. Son zamanlarda her gorusmemizin sonunda sanki son kez gorur gibi vedalasir oldu. Masallahi var ama, hala ayakta, kendi isini kendi goruyor. Ruslar geldiginde 16 yasinda olan birisi icin inanilmaz bir sey. Ama bir yandan da o kadar yol sessiz sedasiz cekilmez ki...

Nihayet gorundu adalar. Cam agaclarinin arasinda sudaki mavilik parildiyor gene. Hay gozunu sevdigimin denizi...

Oglen olmadan vardim varmasina da biraz dinlenmek lazim. Uc dort saate yine yola cikmamiz lazim. Anneanne ve dede iyi. Buyuk babaannenin dizleri tutmamaya basladi ben gelir gelmez. Az uckagitci da degil aslinda. Anneannemin dedigine gore cok begenmis bahcede oturmayi. Kim bilir, belki de koyunu hatirladi. Beton apartman dairelerinde ne kadar rahat edebilir ki insan? "Anne gitmemiz lazim bugun, Sema evleniyor bu hafta." Ka$larinin altindaki deriler, artik goz kapaklarini kapatiyor. "Bilmiim ki, dizimin bagi cozuk. Hemen mi gitcez?"

En azindan benim yarina stajda olmam lazim. O kadar yolun uzerine bir de staj. Ne de guzel cekilir... Ebleh insanlar, bana kullanim klavuzu yazdiriyorlar. Eseklik bende ki gidip bi yerden sahte bir staj ayarlamadim kendime. Mustehak benim gibi salaga. Millet baskalarinin staj defteriyle idare etsin, ben esekler gibi calisayim. Verdikleri maasla oglen yemeklerimi bile karsilayamiyorum.

Biraz kestirmeli arka odada. Orada gunes yok henuz.

"Dalgic, kalk oglum, saat 4." Nasil yani? Bes saattir uyuyor muyum simdi? Hay bin kunduz, yazlikci trafigine takilacagiz. "Babaanne nasil?" Nasil olacak, dede de yuklenince dizinin bagi tutar olmus, hazirlanmis. Borekler melamin kaplara konulmus, bir de bahceden kesilen guller yarisi kesik pet siselere islak bezlere sarilarak yerlesmis. Araba bir firin. Koyu renk alan zihniyeti ben ne yapayim... "Bir su doksek ustune, belki serinler." Tabii ya, niye olmasin? Guneye giden yollarda araba duslari var ya. Ulan annenanne, ne yapayim ben seni simdi? On camdaki minik catlak boydan boya yurudu simdi. Peh! Ama salaklik bende. Gozunun capagiyla anneanne dinlenir mi hic? Ona kalsa golge olsun diye koca evi yerinden kaldirtip doksan derece dondurtur adama.

Bir de kaldik mi trafige... Tadindan yenmez oldu yolculuk. Son dort saattir dur kalk... Babaanneyi birakmak lazim Sema'lara. Munire Teyze'ler besinci katta oturuyor. Sema'nin erkek kardesi babaanneyi oturtuyor bir sandalyeye, yuklenip cikartiyor bes kat. Battal cocuk vesselam... Arkasindan da biz... Millet bi garip bakiyor bana. "Oglum, sortunla cikmasaydin yukari..." Niye ki? 11-12 yasinda baslari sIkI sIkI bagli kizlar apar topar iceri odalara kaciyor. Herkes esekten dusmus karpuz gibi bakiyor bana. Her ne kadar evlerin arasi bes dakika olsa da, arada birkac yuzyil fark var demek ki... Babaanneyi getirmis olduk, bir sey degil. Rica ederim.

...

- Dedem, basin sagolsun.
- Sagolasin Dalgic'cigim. Zamani geldi iste, yapilacak bir sey yok.

Yapilacak cok sey varmis, ama diyememis dedem iste. Son gordugumden sonra, buyuk babaannenin tavsan gibi uremeyi marifet sayan cocuklari, elinin uzerindeki artik neredeyse hic ilerlemeyen cilt kanserini sorup sorusturmadan ameliyatla aldirmislar. Dedem ikna edememis kimseyi bunun tehlikeli olacagina. Birak onu, kardeslerini baska bir doktordan fikir almaya bile ikna edememis. Ameliyat yarasi hic kapanmamis, kanser dagilmis butun vucuda. Olmeden once tam iki bucuk yil surunmus kadincagiz eli opulurken cirkin gorunuyor diye.

Olayin uzerinden dort yil gecti, arada hala bir okyanus var.

Ben buyuk babaannenin adini hala bilmiyorum.

Salı, Kasım 08, 2005

Denizin Ustunde Ala Bulut

Dalgalarin parmak aralarini kumlarla gidikladiklari bir gun. Sularin bir gelip bir gittigi kumsalin ucu, kah beton gibi sert, kah bataklik gibi kaypak ve yumusak. Kimi zaman en derin uykudan uyandiran bir samar, kimi zaman derin bir sessizligin icine ceken ipeksi bir tuzak. Asfalt yollarin sahte huzuruna alisik ayaklar bu kadar degisikligi hazmedemiyor kolay kolay. Ne yaparsan yap, elinden gelenin hep otesini isteyen sac uclari israrla senden bir adim otede gidiyor iste. Sicaktan kacmanin beyhude oldugunu kabullenmis omuzlarsa dusuk, coktan yanmis olmanin verdigi huzursuz sakinligin tadini cikartiyor sanki.

Beyninde hep ayni tilkiler, yine kendi kuyruklari pesinde.

- Ne dusunuyorsun?
- Yok bir sey.
- Merak etme.

Kendi kendini dogrulayan kotu bir kehanet gibi, elinde olanlarla elinde olmasini istediklerini elde edememek korkusu, sanki ellerinin arasindan kayan elli bin kum tanesi. Parmaklarin arasinda kaymaya basladikca "bak gordun mu" laneti, omuzlarinla gunes arasina giren bir bulut. Hatta Pembe Panter'in uzerinden bir turlu ayrilmayan bir yagmur bulutu.

- Icecek bir sey ister misin?
- Yok, susamadim.
- Cok terledin, icsen iyi olur.

Aklindan yildirim gibi gecen o uc bes dize:
"Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel,
rahat günlere inanıyordu"
Guzel bir sey bu kadar emin olmak kendinden. Ya da olabileceken kotu seyin bile arkasinda dik durabilecek kudreti bulmak kendinde.

Uc adim saginda bir balik, suyun icince gumus sirtini parlatip geciverir.

- Bosver simdi suyu, denize girelim.

Serin su hep iyi gelir zaten.

Pazartesi, Kasım 07, 2005

Sualti Guzeli

Cok eski zamanin birinde, Dalgic'la Yesil Erik ormanin derinliklerinde bir koyde yasarlarmis. Onlar cok iyiymis. (Bkz: Sirinler) Neyse, Dalgic, eskiden beri su kusu olmasi munasebetiyle zirt pirt yazliga kacar, bir elinde zipkin, diger elinde hicbir sey, uzerinde de yariislak dalis kiyafeti, super karizmatik paletleri ve bir o kadar anti-karizmatik maskesiyle balik yakalayamamak uzere yuzermis. Hatta o kadar beceriksizmis ki yazligin samar oglani haline donmus...

"Yine mi yakalayamadin len? Git bari pazardan iki kilo sardalya al da milletin karni doysun. Eki eki eki..."

"Olsun be Bilmemkim Amca, spor iste..." dese de disindan "Zipkini basacam bi tarafiniza o olacak, pokemonlar sizi!" diye sinirlenirmis.

Yazlar birbirini kovalamis ve sonunda yazlardan bir yazin sonunda, Yesil Erik ve Dalgic Bogaz kiyisinda takilirken kuru elbisesi olan harbi dalgic amcalarin Bogaz'da dalis yapacagi tutmus. Yesil Erik tutturmus, ille de sen de dal, bak ne guzel daliyorlar, hem sen de guzel daliyorsun... Her ne kadar dalgic dalmayi cikmayi sevse de, kuru elbiseden cikan hortumlarin ne ise yaradigini bilmeyecek kadar da bi-habermis olaydan. Ne olmus peki? Olmaz demis, hayatta olmaz.

Yesil Erik, her zamanki "cool" tavirlariyla hicbir sey olmamis gibi sinsi planlarini hazirlamaya kurulmus. Kayit gunu, dalis klubunun kayitlari yapilirken suruklemeye baslamis Dalgic'i kayit masasina dogru...

- Höt, kukla, ne oluyo leyn?
- Kayit oluyon...
- Olmuyom...
- Oluyon, senin dalis kiyafetin var. Tabii ki oluyon.
- Benimkine boru girmiyo, olmuyom.
- Sen kayit olmuyosan ben kayit ettiriyom.
- Peki tamam, oluyom, uzatma...

Mecburen kayit olunan kluple harbi harbi dalmaya baslamis Dalgic. Amma velakin, Yesil Erik bir Gulag'da yasadigi icin onun oyle geziye neyim gelmesine imkan yokmus. Boylece iki yil gecmis. Ancak Dalgic da en az Yesil Erik kadar hinogluhinmis ki disaridan bakarak anlamanin pek de imkani yokmus.

Zaman gecmis, Dalgic'in borevesindeki yildizlar ve logbook'undaki dalislar artmis. Bir gun, soyleydi boyleydi derken Yesil Erik'i de ikna etmis klube girmeye. Yesil Erik bastan cok mizirdanmis maalesef. Yok su soguk, yok havuz pis, yok bu regulatorler essek kadar, midem bulaniyo... Ama ugrasmislar didinmisler, sonunda Yesil Erik'i de tam takim suya sokabilmisler. Her ne kadar bunun yapilmasi icin Yesil Erik evde legene kafasini sokup maskesiz snorkelle nefes alis talimi yapmak ve gezilere gelebilmek icin uckaatin allaaaani yapmak zorunda kalsa da...

Iyi de olmus suphesiz. Yoksa kayalarin arasinda gorunen migri kuyruklarini, renk degistiren ahtopotlari ve su altida opusmenin keyfini asla bilemezlermis.

Bi de kotek baligi gormusler. Bir de kaplumbaga... Bir de... Penirli pide.

Pazar, Kasım 06, 2005

Capa ipine dolanmak, balon olmak...

Gecen gun YesilErik'le birlikte Discovery Channel'da Alaska aciklarinda yengec avciligi yapan insanlarin av sezonundan kesitler izledik. Soguk, firtina esliginda bazen burun kivirdigimiz, bazen de "hmm, ne de guzel batiriliyor tereyagina" diye dusunup yedigimiz uzun yengec bacaklarinin - pek cok diger av hayvani gibi - nasil zorluklar altinda masaya geldigini gorduk. Cok mu taktik kafaya butun olayi? Pek de degil... Firtinada fiskiran deniz suyu damlaciklarinin teknelerin her tarafina buz olarak yapisip kalmasi etkiledi biraz, biraz da siril siklam tulumlarinin icinde boklari donan, hisleri uyusan iscilerin ayaklarini parmak uclarimizda duyumsar gibi olduk. Kanal degistirdik, onlar sogukla savasan dunyalarinda kaldi, biz de oturma odamizda miskinlige devam ettik.

Ya da oyle olmasi gerekirdi.

Bir sahne, yillarca aklima en olmadik zamanlarda takilan, bir turlu tam olarak silip atamadigim ve cogu zaman icimi buran o dusuncelerin yeniden beynime dolusnmasina neden oldu. Caylak bir denizci, yengec kafeslerinin guverteye cekilmesi sirasinda dengesini kaybedip denize dusuyor. Istanbul Bogazi'nda Subat ayinin6 derecelik sularinda dalmis bir insan olarak sogugun insanin motor kontrolunu nasil etkiledigini, en basit islerin nasil imkansiz hale getirdigini, ve yari-islak kiyafetin icine isemenin bile ne kadar gecici bir cirpinis oldugunu bilirim. (YesilErik de bilir; kiyafetin fermuarini tutamadigim icin o acmak zorunda kalmisti.) Durum Bering Denizi'nde elbette cok daha vahim, 2 dakika icinde kesin bayginlik ve sonra da bogulma beklenir. Adami 1 - 1.5 dakika icinde sudan cikartiyorlar, mucize kavlinden kurtuluyor.

Sorun bu bile degil. Aslinda gosterilmeyen ama benim surekli kafama takilan "capa ipine dolanma" durumu.

Yengec kafesleri, yuzlerce metre derinlige birakiliyor, iplerle de samandralara baglilar. Kafesler 300-400 kilo agirliginda, tekneden hidrolik bir platformdan atiliyor, elemanlar da peslerinden once samanralari, ardindan da yuzlerce metre ipi atiyorlar suya. En korkulan olaylardan biri ise, ipin guvertedeki birinin ayagina dolanip adami denize cekmesi. Kafesin agirligina karsi koymak mumkun olmadigi icin adam da caresiz suyun derinligine gomulebilir, kimse de bir sey yapamaz. Batarken o panikle kulak esitlemek imkansiz olacagi icin ilk 4-5 metre icinde inanilmaz bir kulak agrisi, arkasindan cok gecmeden kulak zarinin yirtilmasi ve daha cok aci... Ondan sonrasi artik can havliyle bir agiz dolusu su mu cekilir cigerlere, yoksa insan kendini tutup da karanlik suyun icinde gomulmesini mi izler, orasi mechul.

Kucukken eline palet-maske-zipkin uclusunu geciren herkes 4-5 metreden biraz fazla dalmaya calismanin ne cins bir kulak agrisina neden oldugunu bilir herhalde. "Denemedim, ben bilmem" ya da "ben kulak acmayi bilerek dogdum anamin karnindan" diyen pinokyodur suphesiz.

Uzun lafin kisasi, bu sahne beynimde defalarca donup durmakta gunlerdir. Her seferinde de sanki o anda ben batiyormusum gibi ne yapabilirim diye dusunuyorum. Ne duyumsardim acaba? Nasil tepki veriridim? Son ne kadar cabuk gelirdi?

Sadece o da degil. Bir de tersi geliyor akla: Dalarken balon olmak... Bilmeyenler icin kisaca anlatayim, dalarken giyilen bir denge yelegi var, icine hava basarak denge saglaniyor. Cok hava varsa da kontrol valflari araciligiyla bosaltiliyor biraz. Amac su icinde notr yuzerlik saglayip tembel tembel takilmak. Acemilik - ya da bir anlik dalginlik - soyle bir duruma neden olabilir her an: Diyelim notr durumdasin, bortu bocek seyrederek keyfine bakiyorsun. Sonra karsina cikan bir kayanin uzerinde yuzmeye karar veriyorsun. Biraz yukseliyorsun, denge yelegindeki hava dusen su basinciyla genisliyor, genisledikce yuzerligin pozitif oluyor. Sen zaten yukselmeye calistigin icin farketmiyorsun, biraz daha yukseliyorsun, hava biraz daha genisliyor... Birden kendini bu kisir dongunun bir kurbani olarak buluveriyorsun. "Quick release"lere gidiyor elin, yuzey genisletmeye calisiyorsun, yelek icindeki o lanet havadan bir sekilde kurtulmaya calisiyorsun... Eger acemiysen, butun ogretilenleri bir kenara birakip, kendini kasip nefes tutarsan cigerlerini zedeleyebilirsin. Ama asil buyuk tehlike vurgun yeme olasiligi.

Cogu zaman durum bu kadar kotulesmeden durumu toparlayip dalisa devam eder insan. Bu duruma gelmek icin insan gaflet, dalalet, hatta hiyanet icinde olmali, ogrendigi her tur onlemi hice saymali, her turlu ikincil onlemi bir kenara atmali, saksiyi hic calistirmamali. Bu kisi ben hic degilim, ama benim aklima bu senaryo takiliyor gunler boyunca. Acaba yeterince hizli tepki verip yirtabilir miyim?

Daha da beteri, hangisi daha korkunc olur diye dusunup bir de karar vermeye calisiyorum salak salak: Capa ipine dolanmak mi, balon olmak mi... Biraz abes kacacak, ama sonucu ne kadar daha kesin ve kotu olsa da capa ipine dolanmak daha kolay geliyor sanki: Bir kere o duruma dusunce yapabilecegin bir sey yok. Bekleyeceksin, bitecek. Digeri ise surekli bir stres kaynagi. Dogru hareketi yapabiliyor musun, sonunda bir ise yarayacak mi, vurgun yersen yirtabilecek misin? Eminim ikisi arasinda gercek bir secim yapmam gerekse balon olmayi tercih ederim. Ama bir sekilde balon olmak ve arkasindan gerceklesebilecek olaylar beni daha cok yoruyor. En azindan kanepede otururken.

Diyeceksiniz, otur kardesim oturdugun yerde. Takma kafana o kadar. Buyur, bir yesil erik al, ban tuza isir... Dogmamis cocuga don bicmenin, pardon, henuz evrimlesmemis hayvana kuyruk cizmenin bir anlami yok.

Ne kadar katilsam az bu dusuncelere de... Bir de raki sisesinda balik olsam... ;)

Cumartesi, Kasım 05, 2005

Ve o gun geldi...

Evet, YesilErik'in gaziyla sibel bosluk (= cyber space) bir blog sahibisi daha oldu. Kus kondurduk, cumlemize hayirli ugurlu olsun.

Ne yazmali diye dusunmeyecegim, yazacagim...

Hade bakalim, attik agzina, gitsin bogazina...